sabahın kaçı oldu, uyumak ne kadar zor.
uyanmak ne kadar zor.
bir takım korkularımın olduğunu fark ettim. ya da fark ettiğim an mı korkmaya başladım bilmiyorum. istanbul gözümde tütüyor, yüreğimle oynuyor. oralardan meydan okuyor gibi. korkuyorum gitmeye. burda bir gün daha kalacak olma düşüncesi ise ölesiye canımı sıkıyor bir yandan. veba gibi.
kambur oldum. kambur ada. bir ada var, ısıtan güneşi yok. yok olmuş. ada kabuk bağlamış. ağaçların yüksek gövdeleri o kabuğun başladığı yere dayanmış, eğilmiş, sonra.. güneş gelir kabuğu kurutur, kabuk kırılır ve ada kurtulur diye ummuşlar aylarca, yıllarca. tek kelime etmeden. edemeden. kambur öyle acı veriyormuş ki bir yandan, konuşmaları zaten çok zormuş. ne zaman konuşacak olsalar şu lanet kamburdan yakınacakları için susmayı tercih etmişler. güneş gelecek, ada nasıl olsa kurtulacakmış... mış.
güneş bir türlü gelmemiş. ağaçlar kelimeleri unutmuş.
ada bir daha hiç konuşmamış.
konuşamamış.
öyle travmatikmiş ki bu... bir şey olacağı belliymiş bununla başa çıkması için. sonra aslında 'zaten' hiç konuşmamış olduğuna inandırmış kendini zamanla.
inanmış buna.
o ada soğumuş o gün. güneşi aniden sönmüş.
yok olmuş.
bir daha da konuşamamış ada. ama hiç değilse, 'konuşamamak' susmaktan iyiymiş..