a gentle reminder

Ağustos 14, 2010

 

taşındık

parasutler.blogspot.com

Ocak 02, 2010

 

cause you need to watch things die.

Uyanacagim birden. Bir sabah vakti olacak. Ama artik yasamiyor olacagim, tanrim. Neden yasamadigim halde uyaniyor olduguma sasiracagim. Neden yasamadigimi dusunecegim. Yasamadigimi nerden biliyorum peki? Bu pencerenin onunde uzanip karsimdaki parmaklikli pencereye daha baska baktigim zamani hatirliyorum belki. Belki de beni benden baska kimse fark etmiyor. Ben de baskalarini edemiyorum belki oyleyse onlar da yasamiyor? Hayir orada farkli bir durum var, onlar birbirlerini fark edebiliyorlar. Tanrim, ben yasamiyorum. Yarin yine yasamiyor olacagim. Ve herkes beni unutacak. Hic gelip gecmemisim gibi. Hic gelip kalmamisim gibi. O kadar uzun zamanlar gececek ki uzerinden. Ani olarak bile silinecegim. Zaman devam edecek. Bu cok acimasiz. Herkesin beni terk edecek olmasi. Kose basindaki kahvalti yerinde baska birileri olacak. Ben hep yalniz olacagim. Sesimi kimse duymayacak. Bu cok acimasiz. Dusunebiliyor musunuz? Cok sevdiginiz bir arkadasiniz, anneniz, sevgiliniz, cigiriyor olacak ama onu kimse duymayacak. Soyluyorum size, korkunc.

Kelimeleri iyi izleyin. Sonra insanlarin bu kelimeleri aktarirkenki dudak hareketlerini. Konusurken elleriyle idare edis sekillerini. Gozlerini, izlediklerini, iyi izleyin. Gozlerindeki korkuya iyice bakin. İnsanlarin bircogu cok zavalli ve zavalli ve zavalli. Ve kandirilmis. Ve masum. Ve hala bize bir seyler soylemeye calisiyorlar. Cok korktuklarini. İcerde ciglik cigliga olduklarini. Delilestiklerini. Yabancilastiklarini. Ve bunlari, nasil yapiyorlar bilmiyorum ama tamamen farkli sekillerde soyleyebiliyorlar. Bir suru gereksiz, konusmus olmak icin uydurulan muhabbetler ile. Sessizlik korkuya isaret edebilir zira her an. Bizi korkumuzla yuzlestirebilir hakkaten. Gozlerindeki korkuyu saklamak icin ne kadar ugrastiklarini bilemezsiniz. Korkularini yenmek icin ya da onlari tanimak icin bu kadar ugrassalar kuskusuz daha basarili olurlardi. Afedersiniz ama, sizlerden cok sikildim. Kendimi feda ediyorum ve artik korkulariyla yuzlesemeyenlerle yuzlesmek istemiyorum. Zavalliliginiz bana bulasiyor, kendimi birden caresiz hissetmeye basliyorum. Sizlerden birine donusmeyi reddediyorum. Siz de reddedin. Siz diye hitap ettigim kitle, hasssiktirin diyoruz. Mutsuzlugunuzun asil sebebini gormedikce ve kabul etmedikce mutlu olmaya hakkiniz yok. Hassiktirin diyorum.

Eylül 06, 2009

 

çok hassas birileri ya da armudun sapı.

melis'ciğin blogundan apartma. perihan mağden yazmış, kendisini hiiç sevmem ama, iyi bir yazar olduğunu gelin teslim edelim.


"Bazı çok hassas insanlar bana vampirleri hatırlatırlar: Biz kaba saba köylülerin ne kadar kanlarını içseler, daha o kadarını emmek isterler. Onlar öylesine hassas, öylesine kırılgan, öylesine özeldirler ki... Önce sizi eğitirler: Bir laboratuvar faresi gibi. Tavlamayı, baştan çıkarmayı, elde etmeyi harikulade iyi bilirler. Zaten onların hayatta işi, budur. Sonra, yani sizi ilişkinin kafesine tıktıkları andan itibaren, bu olağanüstü hassas ruhların esirisinizdir: Laboratuvar faresisinizdir. Sizi nevrotik bir fare yapmak üzere, duygu eletroşokları yollayacaklardır. Aynen deneysel psikoloji laboratuvarlarında yapıldığı üzere. Esir fare kapatıldığı ‘ilişki kutusunda’ sağa adım atsa, şok yiyecektir. Sola adım atsa, şok yiyecektir. Yemek kutusuna doğru yollansa, şok yiyecektir: Yollanmasa, şok yiyecektir. Fare, ne zaman şok yiyip ne zaman yemeyeceğini asla anlayamaz. Zira nedensizce ve kuralsızca şoklar yiyerek iyice sersemletilecek, tarumar edilecek, sonunda da bombok bir nevrotik fare haline gelecektir. Olağanüstü hassas, kırılgan ruhlar da, size aynen bunu yaparlar. Sizi tıktıkları ilişki kutusunda, “A, kalbimi kırdın” der, bir şok yollarlar. “Çok üzgünüm” der, şoku dayarlar. “Yine anlamadın beni” der, şoklarla kutunuzda, bunaltırlar.Siz, giderek tuhaflaşırsınız. Kendinizi porselen dükkânında bir fil, bu aşırı hassas ruhların gül bahçesinde bir öküz, sırtındaki yumurta küfesiyle Eminönü-Tahtakale arasında ilerleyen bir hamal gibi hissedersiniz. Herhalükârda kaba saba, odun gibi filan, hissetmenizi kendinizi, karşınızdaki aşırı kırılgan ruh, mutlaka temin edecektir. Bu ruh kafeslenmesi esnasında habire, ‘düzelmeye’, ‘incelmeye’, ‘anlamaya’, ‘doğru olanı yapmaya’ çalışır, çalışırsınız. Hatta inceldiğiniz yerlerden koparak; muhtelif parçalara ayrılırsınız. İşin içine bir nebze olsun akıl mantık sokmaya çalışır, avucunuzu ve yaralarınızı yalarsınız. Zira aşırı hassas ruhlar, sizi tesadüfi şok dalgalarıyla madara etmektedirler. Onu yaptın da bu değil; hayır! siz hep böyle bir mantık silsilesi için çırpının durun, kırgınım! anlaşılamıyorum! ah ben ne yalnız ne inceyim! deyip deyip ‘durduk yerde’ sizi siz olduğunuz için cezalandıracaklardır. Zira ağzınızla kuş tutsanız, bu aşırı hassas ruhların aşırı hassasiyet seviyelerini, tutturamazsınız. Bunlar, aşırı hassasiyetleri yüzünden üzüledursunlar, bir de bakarsınız ki, sizi canhıraş bir şekilde üzmekte; ruhunuzu cayır cayır yakmaktalar. Onlar ise aşırı hassasiyet salıncaklarının konforunda, aslında tatlı tatlı sallanmaktalar. Bir kere, hassasiyetleri öyle bir sabun köpüğü, öyle bir dokunduğunda dağılan balondur ki; bunlarla ne kadar çırpınsanız gerçek bir iletişim kuramazsınız. Ne kadar konuşsanız, sesinizi o kadar duyuramazsınız. Yavaş yavaş uyandığınız acı gerçek şudur: O kadar kendileriyle doludurlar ki, sizi görmemektedirler. Size bakmamaktadırlar. Kendileri o kadar mühimdirler ki, son kertede siz, umurlarında değilsinizdir. Onlar ve acıları. Onlar ve kırılganlıkları. Onlar ve sırları. Onlar ve kırık kalpleri. Onlar ve onlar. Siz, cam fanuslarının önünde tepinmektesinizdir. O cam kırılmaz, aşılmaz, içine nüfuz edilemez bir camdır. O cam, onların ne denli iyi korunup sizinse ne kadar ortalıkta olduğunuzun da, en hain kanıtıdır: Acılar içinde oldukları iddiasıyla sizi fena halde acıtmaktadırlar. Hiç anlaşılamadıklarını iddia ederken, sizi anlamak için serçe parmağa kadar gayret sarfetmediklerini, özenle gizlerler. Kırık kalpler kontenjanını tamamen doldurduklarından, sizin paramparça olmuşluğunuzu kaydedecek mecalleri, tabii ki yoktur. Gözyaşları, sizi silip süpürmek üzere hazır beklemektedir. İncelikleri, habire göğsünüzü delmeye hazır oklardan oluşur. En mühimi, sizi ciddi olarak, kendinizden soğuturlar. Bu hassas ve duygulu insanların, anlar gibi oldukları tek duygu kendi duygularıdır. Empati yetenekleri doğuştan felce uğramış gibidir. Ne kadar çırpınsanız, bu kafeste o kadar çaresiz kalırsınız. ‘Karışıklılık’ nedir bilmedikleri için, sizi hakikaten perişan etmeye muktedirlerdir. Uyanmanız gereken mesele, ‘bu aşırı hassasiyetin’ değeri kendinden menkul bir reklam kampanyası olabileceğidir. Karşısındakine bu denli kör ve aldırışsız hiçbir hassasiyet, gerçek olamaz. Bu olsa olsa, bir kendi kendiyle dolu olma hali, bu nevi narsisizm, bir sahte duygulanımlar oratoryosudur. Perde indiğinde, böylesine berbat bir temsilin sizi nasıl olup da bu denli üzebildiğini anlamanız, epey zamanınızı ve emeğinizi, alacaktır."

Mayıs 25, 2009

 

her şeyi şöyle kenara itip devam edebilmek nasıl oluyor

acaba.

Mayıs 16, 2009

 

love vigilantes

yalnızlıkla yapılacak bir iş değil.

önce zamanlama lazım. ne zaman, nasıl düşündüğünü hatırlaman lazım. kapıdan girmişti, sonra ne olmuştu?
girer girmez evde olduğun aklına gelmiş miydi? manyakça şeyler yapabileceğini düşünüyor muydun?

hangi şarkı çalıyordu aklında?

hangisini tutabilmiştin o uçucu düşüncelerinden?

varlığın ağırlaşıyor muydu olduğun yerde? tüm bu soruları bir kenara itip, ne diyeceğini düşünüyor muydun?

yoksa o ne diyeceğini düşünüp, 12'den vurduğun zamanlar geride mi kalmıştı? sadece bir şey söylemek 'durumunda' olduğunu mu düşünüyordun.
ne kadar istiyordun bunu. bir şey söylemeyi. ne kadar oluyordu, insanlar seni konuşturalı? söylediklerine inanmamaya başlayalı? söylediğin şeyler en çok kendini heyecanlandıralı?

"yarın kendimi öldüreceğim." nasıldı acaba. buna inanır mıydı?

ya "günün nasıldı?" evet. buna inanabilirdi. inanıp cevap bile verebilirdi belki. dinler miydin, gerçekten?

ne düşünüyorsun. mesela, tam şimdi şu an. boşa aldım. ne düşündüğümü bilmiyorum. biri beni alsın. tekrar büyütsün. çabuk büyütsün. çocukluğunu hatırladıkça hüzünleniyorum. bazen gözlerimden yaşlar bile süzülüyor. bok gibi çocukluk geçirmiştim oysa. dinler miydi, gerçekten?

dinlerdi.

önünden sürekli geçtiğim bir pencere vardı sokakta. orada ne vardı hiç bilmiyorum, neden onu hatırlayıp durduğumu da. bunu daha önce de yazmıştım. bazen neler olduğunu değil, bir imgeyi hatırlıyoruz. bu bir unutma mekanizması. imge, oraya yerleşik olduğundan silinmesi daha zor oluyor. tanrım. ilkokul öğretmenim yaşamıyordu umarım orda.

insanların bizi duyduğunu nasıl anlayabiliriz? kimler eko yapıyor, bunu kesinlikle bilebiliriz. hayatımızda, onlara dönüp konuştuğumuzda, sesimizi eko şeklinde geri tepme özelliği vardır bazı insanların. bu o insanla bile alakalı değildir. ikili iletişiminizle alakalıdır, nasıl ki derin, geniş boşluğa konuşunca eko yapar, öyle gibi, kendinizle konuşurmuş gibi konuşabilirsiniz onlarla da. kendi sesinizi duyarsınız. tüm gün yapay, sikko, -miş gibi konuşmaların içinden sıyrılıp, kendi sesinizde okursunuz asıl hissettiklerinizi, düşüncelerinizi. güzeldir bu. o eko insanlar bazen giderler. bazen dönmezler. dağa, taşa, toprağa, ufka.. baktığınız yere karışırlar dönmezlerse. yokluklarıyla değil, varlıklarıyla acıtırlar içinizi.

kendinize bir nesne seçip, onunla da konuşabilirsiniz. tek bir nesne olabilir. sürekli değişebilir de. bir süre sonra neyle konuştuğunuzu bilemeyebilir, unutabilirsiniz mesela. umursamayın.

bir şeyler başlayıp bitiyor mesela sonra. bazılarımızın haberi bile olmuyor. bir şeyler başlayıp, bitmiyor mesela bir türlü sonra. olmadığı zamanlara bakarak, yine olmayacağı bir zaman olacak sanıyoruz. haklıyız da. olanlar ve olmayanlarla, olacak ve olmayacakların savaşı.

kolum ağrıyor. şimdi gidiyorum.

Mart 23, 2009

 

kıyıdan

beceriksiz şeyler diyip pişman oluyorum arada. yeraltımdan notlar. ah insanlık halim. neyse sıkıldım yine. pushkin düelloda öldü. aynı günlerde dostoyevski'nin annesi öldü. dostoyevski pushkin'in ölümüne daha çok üzüldü. parlak çocuk. sesleniyor içerden. dönücem.

 

dönüşler

buraya varoluşsal zımbırtılardan başka şeyler karalamamın kaçınılmaz olduğunu düşündüğümden bi süre uğramadım. evet, varoluşsal sızılar yaşayacak kadar geniş zamanlarım var. aslında zamandan başka bir şeyim yok. tanrım korkarım yine başlayacağım. her an başlayabilirim. tanrım.

Ekim 06, 2008

 

we fell in love (and then he was gone forever).


Archives

10/2006   11/2006   12/2006   01/2007   02/2007   03/2007   04/2007   05/2007   06/2007   07/2007   09/2007   11/2007   12/2007   01/2008   05/2008   06/2008   09/2008   10/2008   03/2009   05/2009   09/2009   01/2010   08/2010  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?