koştum, koştum
önüme bakmadan, nefesimi duymadan. oradaydı işte! uzaklaşmıyordu bile, duruyordu. bir kara deliğin içine saklanmıştı sanki. koşuyordum hep koşuyordum. tanrım. yetişemiyordum. yeterince hızlı koşmadığıma inanıyordum. orada durduğuna inanıyordum. uzaklaşmıyordu bile. koştum, koştum... önüme bile bakmadan. nefesimi duymadan. yetişemeyeceğim bir yere, yetişeceğime inanarak, yetişemeyeceğimi bile bile koştum. geleceği unutmuştum, muhtemelen ölecektim, gelecek korkutamazdı beni, ölüm nasıl bir gelecek olabilirdi. böyle giderse ölecektim. ama koşuyordum, mesafeleri kısaltıyordum, mesafelerin kısaldığına inanmıştım, bir yerde kapanacağına inanmıştım. çok inanmıştım. mesafe kısalmıyordu işte. göremediğime inanabilirdim en fazla. doğanın yasaları değişmezdi. ama, bekle, doğanın yasalarını koyan ben değil miydim. mesafe katedilerek kısalamazdı artık. buna inanabilirdim. gözlerim kızarıyordu. neden işkence ediyordum kendime? neden vücudumu almadan ayaklarımdan süzülen kanla beslenmeliydi toprak? neden ayağımdan tutup çekmiyordu içine? o da kendisi üzerinde beni tepinmeye iterek işkence mi ediyordu kendine? koştum, koştum, koştum... yetişemedim ona. geç kalıyodu ölüm. koşmalıydım öyle. koşmalıydım. yetişemeyeceğimi bilerek, yetiştiğime koşarak, yetişemediğime inanarak