kahve içmeden güne başlayamıyorum. üzüm olsa da olabilir. lisede anlatım bozukluklarını bulmakta üstüme yoktu, şimdi yapmakta üstüme yok
demin şapşal bir arkadaşım rüyasında dünyada olmayan bir renk gördüğünü iddia etti. neye benziyor dedim, hala cevap vermedi
yaklaşık bir hafta önce sobelenmiştim. bloglarınız hakkında ne mi düşünüyordum? biraz tembellik ettim ama hep aklımdaydı, kısmet şimdiye.
öncelikle
tttku'cağım. ttku kendisi ama, benim daha bir nefesim kesiliyor adını söylerken, bir t fazladan fırlıyor hep.
bayılıyorum tttku'nun bloğuna. her şey last.fm kutuma bağırmasıyla başladı. öyle keşfettim bloğunu. o zaman yorum da yazılmıyordu ve farklı bir layout'u vardı. şimdi değişti, çok şirin bir şey oldu, şimdi yine değişti, dur dedim.
dizayn değil ama işte tutku olayı. öyle dingin bir blog ki o, çavdar tarlasında geziniyorum hissi vermişti bana ilk gittiğimde. sonra zaten canım sıkıldıkça koştum oraya, sevdiğim eski kitaplara, eski şiirlere koşar gibi. kafamı bir koltuğun bir kenarına koyup, var olmanın dingin surlarında gezindiğim anlara benziyor yazdıkları. hatırladığından hep, ve "bildiğinden", aslında "olduğundan" belki en çok da. american beauty'nin bir sahnesi var ya, çocuk rüzgarda salınan poşete bakıp, bazen dünyada o kadar çok güzellik var ki, kaldıramıyorum diyor.. ttku'nun yansıttığı o sıkıntılar bile o kadar güzel ki, insan hayatından çalmak istiyor. okulda sinir olduğu bir hocasından, sevmeye doyamadığı bir şarkıdan, kafelerde sinir ettiği garsonlardan falan bahsetsin, anlatsın bir şeyler tamam da.. böyle bunları yaparken size ve aslında etrafa da en tanıdık ama yine de mahrem olanların tuşlarına basıyor ya bazen, ah diyorum tttku, kuzum, n'ettin? işte böyle, bloğunda, elinizden tutup gezdiren bir havası var tttku'nun. bilmem anlatabildim mi?
tttku bacım, fatih ekspresi? rakı? unutmuyorsun değil mi?
geldik
ruy sayacıma. bilim kadınım, huysuzum benim.
bu parizyen ay lambası demiş, o nedir bilemiyorum ama ay ışığında saklıdır ya, ezgi de hiç bilmediğiniz yerlerde saklıdır aslında. onu bulup çıkarmak hiç kolay değildir öyle, çıkarsa da ışık gibi dökülür üstünüze. ve görmeyi çok iyi becerdiğinden, karanlığı çok gerçektir. kendisi sanırım 6 senedir hayatımda, daha başka bakıyorum o yüzden bloğuna, satır aralarında sesini duyuyorum misal arada. zaten senelerdir uzağız ve bunu düşünmem bile içimin bir hüzünle sıkışmasıyla hep eşzamanlıdır.
ama internet gibi harika teknolojiler var da, kendisinin, cici bicilerinin hatta şapşal kedisinin resmini bile görebiliyoruz buralardan. bloğuna yansıttığı neşesi, hüznü o kadar kapsayıcı, ve kelimeleri de o kadar sağlam yerine basıyor ki, bir lars von trier sahnesine kaptırmışım gibi hissediyorum kendimi, bazen. o da, bunu göreceksiniz dediğinde, onu görürsünüz ya.. ezgi'nin dilinin de öyle bir mizaçı vardır gibi gelmiştir bana hep. o yüzden korkutucudur aslında, biraz da.. çünkü, hayır. aslında,
onun hüznü öylesine çırılçıplak ve ona ait ki, bahsetse, hep birlikte kaçarız buralardan.bu kadın ki, oraya yazdıklarını da geçin, bir öykünür ki.. ben bir bilirim. belki sizler de bilirsiniz. ne bileyim.
pası atıyorum ama, başka oyun istiyorum. şimdi
pepino ve
parizyen, hatta
emrehaahaa bana, başkalarının kendi karakterleri hakkında ne gibi şeyler düşünebileceğini anlatsın biraz. en çok tanıyanların ve az; ya da yeni tanıyanların misal.
ben kahve almaya gideceğim.