iki gün geçti ve peti'nin resmini falan koymadım. çünküneden? hala fotoğraf makinemi şarj etmeyi bir türlü hatırlatamıyorum kendime. peti bir oyuncak. yaratık dememin hayvan olduğunu düşündüreceğini sonradan fark ettim. peki peti kimin umurunda? benim. çünkü petiye sarılıyorum uyurken. bazen uyandığımda, yataktan düştüğünü fark ediyorum. bir kere atladığını bile düşündüm. o yüzden oyuncaklarla iletişimi abartmamak lazım. onun içinde yün, benim içimde organlar falan var. ben farklıyım. ama maymundan (aslında maymunlarla aynı atalardan) geliyor olma düşüncesi beni hiç rahatsız etmiyor. tüm hayvanların akrabamız olduğu düşüncesi falan. evrenle bir olduğumu o zaman hissedebiliyorum hatta ancak. bir mutluluk kaplıyor içimi. ama ben farklıyım. sadece kendi farkındalığım kendime olduğu için. bir başkasının kişisel deneyimini yaşayamayacağım için. gördüğüm kırmızı kendime olduğu için. bir başkasının, benim "qualia"mı deneyimleyemeyeceği için.. farklıyım işte. insana ait olabilecek tek şey bu, ve zaten o deneyim hayatı çekilir kılabilen. her şeyi her an, herkese anlatabilsem, yani bunu istediğim zaman becerebilsem sıkılmayacak mıyım bir zaman sonra? zaten bu nasıl mümkün olur ki? insan "güzel olan"a yönelik hislerini nasıl anlatabilir? güzelin kendisi yeterince kişisel bir deneyim zaten.
yani şu evrimsel psikolojinin uğraştığı şeyi herkes götünden anlıyormuş gibi geliyor bana. bir insanın genetik kombinasyonu (senin genlerinindeki eksiklikleri bir de tamamlayabilecek şekildeyse üstelik), feromonu bilmemnesi bizi ona çeken şeyse, bunun neresi kötü? biri çıkıp söylesin artık. "e ama ben böyle düşünmüştüm" falan desin. yani diyebileceği tek şey, içinde "gizemli", bilmemneli gibi kelimeler içerecek mutlaka. bence "zaten" gizem o mekanizmada. hem, nedir allahaşkına şu gizeme duyulan kölelik duygusu? ne kadar çirkin geldiğini anlatamam bunun bana. yahu ne olduğunu bilebildiğin, üstüne düşünebildiğin, somut şeylerden neden konuşamıyorsun. bir şiirin bir cümlesi hakkında, bir şarkı, bir çiçek hakkında falan konuş. önce dur, elinde, etrafında olanı anla. üzerinde konuşamadığın hakkında sus, dedi wittgenstein. ne istiyorsun daha, söyleyemezsin ki. olmayan şeyi nası söylersin? neden yetmiyor üstüne konuşulabilen sana? neden kendini bilinmeyene teslim etmeye meraklısın bu kadar? insan olmak, yaşayan bir organizma olmak böyle bir şeydi işte milyonlarca senedir. şimdi neresi kötü oldu bunun. okuyorum sürekli bir şeyler, aklın evrimiymiş, bilişsel süreçlermiş, biliçmiş. çok seviyorum. aklımı çıkarıyor her öğrendiğim şey. ama hiç birine oturup da "vay anasını, ulan ne rezil yaratıklarmışız" demiyorum (evet bu yalan, ama sebepleri var*). bi kere aklın bilici evirmesi tamamen muhteşem bir şeymiş gibi geliyor. yani ne bileyim, belki değildir, sonuçta kendi bilicimle bilinçsiz olmanın nasıl bir şey olabileceğini kavrayamam. kavrasam bile kavradığımın farkında olamam. bu argümanın sonu da fenomenolojiye falan gider ki, sevemiyorum.
beynim milyonlarca mekanizma geliştirmiş milyonlarca senede. farkında olmadığım bin türlü hesaplamalar falan yapıyor. ama o benim. bana yabancı biri, bir şey değil.
bu yazı biraz canımı sıktı. hep insanlar canımı sıktığından. her şeyi soyutlaştırmaya çalıştıklarından. kimseyle aslında, havada uçuşan kelimeler, anlamlarla iletişim kurabileceğimize emin olamadığımdan. seslere, kokulara, gördükleri şeye yoğunlaşamadıklarından. kaygan zeminlerde oyalanıp durduklarından. işte sanırım bunu kelimelere dökmeye çalışmam, sözlükte hayali bir arkadaşıma yazmaya çalıştığım mesajla başladı.
"kafam da karisiyor. her sey soyutlastigi icin. hicbir seyle yetinmeyen insanlarin, tum guzel seyleri, var olmayan bir seylerle gizlemeye calistigi icin, cok uzuluyorum. olmayana, gorunmeyene, konusulamayana prim verdikleri icin. konusamadiginiz hakkinda susun, susun, dedi wittgenstein. kimse dinlemiyor. hastalikli bir sekilde konusuyorlar. mutsuzluk bu bence. "
* seçimlerimiz var.