rüyamda eski erkek arkadaşımın bir televizyon kanalında türkü yarışmasına katılıp, spor ayakkabısı kazandığını gördüm
sonra da giyip hava atmıştı.
hayırdır inşallah..
buraya gelirken havaalanında, hayatımda görmüş olduğum en güzel zenciyi gördüm. ve hayatımda görmüş olduğum en güzel zenci tabii ki bir kadındı.
l'altra - ways out açıp bir iki dinledikten sonra illa yazmalıymışım gibi hissediyorum. halbuki asıl hissettiğim şey, şu yağmur sonrası toprak kokulu "ıslak" sokaklarda çıplak ayak, alabildiğince yürümek. dönmeyecekmiş gibi. nereye gidiyorsam? en iyi ihtimalle bir iki misyonere raslar, baptist bir klisede uyuyacak bir köşe bulurum. -yolda en fazla 1 insan görecek olmam da beni sokağa atabilecek en önemli etken-
kuzey amerika'nın her yerinde sincap var. aşk gibiler. uzaktan bakıyorlar, işte, hep uzaktan bakıyorlar. yanına yaklaşıyorsunuz hemen geri sekip, yine uzaktan bakmaya devam ediyorlar. aşk olsunlar, bize ne?
al her şeyimi, boş ver beni
şimdi böyle bazen kapılıyoruz ya, ya da kaptırıyoruz? neyse, bu ikisini başkalarının farklı algılayışına sebep olan nüans bir "idare dışı'lığı" ortadan kaldırabilecek kadar güçlü değil, işte. hayatına travmatik etkileri olabilecek o "olay"ların -ki travmatik değil, abartıyoruz- anlarında o kişilerle konuşmak bize nasıl bilgiler verir mesela?
oldukça alkollü birinden itiraflar dinlemek ya da. sinirden elleri ayakları titreyen birinden hakaretler dinleyedurmak bazen de. -eşik yine mi düşüyor, ne-
en içten olanlar mı? elbette. bir o kadar da değil işte.
onlara "ters" diyelim. bunların da tersi "tıpkıları" mı oluyor? yoo. tersinin tersi "aynısı" olmuyorsa, orda zaten "tersine çevrilemeyecek" bir şey var demektir. çevrilemeyen bir şey. tüm "eskisi gibi"lere ket bir şey. özelliği "yaşanmışlık" bile olmasa, doğası gereği "yaşandık" bir şey. off, anlatması ne güç bunu.
orada zaten karanlık bir şey var. iradenin dışında da, içinde de olsa; söz, hareket sadece bir "yansıma". bir metafor. a düşünüyorsun, b çıkıyor ama aslında düşündüğün şey c. a kendine en yakın, c ise insan doğasına en yakın bir şey. b de sadece bir orta oyuncu.
işte o en "iç" olunan anlarda, eğer bir de baktığınız başkasıysa, a ile c olabildiğince yaklaşıveriyor birbirine.. ve işte o an b yapışıveriyor üstünüze. b öyle yapış yapış bir şey ki, onla ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. en "doğal" ama aynı zamanda en "tanıdık" olmayan şey çünkü o. doğduğunuzdan beri görmediğiniz öz anneniz gibi mi, ne bileyim. varlığını varlığınıza -sırf ondan mahrum kaldığınızdan- özümsetemediğiniz bir şeyin o kadar "doğal" olduğunu görmeniz canınızı sıkmaz mıydı?
peki nedir bunca senedir yoksun olduğumuz şey?
olmasa, "tıpkısı" mı olacaktı her şey.
elbette, tıpkısının aynısı olacaktı!
işte canımı asıl sıkan da bu.