a gentle reminder

Mart 30, 2007

 

olsun varsın.

geleceği giydirip, geçmişi yakıştırmaya devam edelim biz.

Mart 29, 2007

 

portakal ve gümüş.

""Have courage to use your own understanding!" - that is the motto of enlightenment.""
Immanuel Kant.

iki dakika üstüne düşündüm de, başım döndü.

Mart 28, 2007

 

sobelendim, şapşal!

kahve içmeden güne başlayamıyorum. üzüm olsa da olabilir. lisede anlatım bozukluklarını bulmakta üstüme yoktu, şimdi yapmakta üstüme yok

demin şapşal bir arkadaşım rüyasında dünyada olmayan bir renk gördüğünü iddia etti. neye benziyor dedim, hala cevap vermedi

yaklaşık bir hafta önce sobelenmiştim. bloglarınız hakkında ne mi düşünüyordum? biraz tembellik ettim ama hep aklımdaydı, kısmet şimdiye.

öncelikle tttku'cağım. ttku kendisi ama, benim daha bir nefesim kesiliyor adını söylerken, bir t fazladan fırlıyor hep.
bayılıyorum tttku'nun bloğuna. her şey last.fm kutuma bağırmasıyla başladı. öyle keşfettim bloğunu. o zaman yorum da yazılmıyordu ve farklı bir layout'u vardı. şimdi değişti, çok şirin bir şey oldu, şimdi yine değişti, dur dedim.

dizayn değil ama işte tutku olayı. öyle dingin bir blog ki o, çavdar tarlasında geziniyorum hissi vermişti bana ilk gittiğimde. sonra zaten canım sıkıldıkça koştum oraya, sevdiğim eski kitaplara, eski şiirlere koşar gibi. kafamı bir koltuğun bir kenarına koyup, var olmanın dingin surlarında gezindiğim anlara benziyor yazdıkları. hatırladığından hep, ve "bildiğinden", aslında "olduğundan" belki en çok da. american beauty'nin bir sahnesi var ya, çocuk rüzgarda salınan poşete bakıp, bazen dünyada o kadar çok güzellik var ki, kaldıramıyorum diyor.. ttku'nun yansıttığı o sıkıntılar bile o kadar güzel ki, insan hayatından çalmak istiyor. okulda sinir olduğu bir hocasından, sevmeye doyamadığı bir şarkıdan, kafelerde sinir ettiği garsonlardan falan bahsetsin, anlatsın bir şeyler tamam da.. böyle bunları yaparken size ve aslında etrafa da en tanıdık ama yine de mahrem olanların tuşlarına basıyor ya bazen, ah diyorum tttku, kuzum, n'ettin? işte böyle, bloğunda, elinizden tutup gezdiren bir havası var tttku'nun. bilmem anlatabildim mi?
tttku bacım, fatih ekspresi? rakı? unutmuyorsun değil mi?

geldik ruy sayacıma. bilim kadınım, huysuzum benim.

bu parizyen ay lambası demiş, o nedir bilemiyorum ama ay ışığında saklıdır ya, ezgi de hiç bilmediğiniz yerlerde saklıdır aslında. onu bulup çıkarmak hiç kolay değildir öyle, çıkarsa da ışık gibi dökülür üstünüze. ve görmeyi çok iyi becerdiğinden, karanlığı çok gerçektir. kendisi sanırım 6 senedir hayatımda, daha başka bakıyorum o yüzden bloğuna, satır aralarında sesini duyuyorum misal arada. zaten senelerdir uzağız ve bunu düşünmem bile içimin bir hüzünle sıkışmasıyla hep eşzamanlıdır.
ama internet gibi harika teknolojiler var da, kendisinin, cici bicilerinin hatta şapşal kedisinin resmini bile görebiliyoruz buralardan. bloğuna yansıttığı neşesi, hüznü o kadar kapsayıcı, ve kelimeleri de o kadar sağlam yerine basıyor ki, bir lars von trier sahnesine kaptırmışım gibi hissediyorum kendimi, bazen. o da, bunu göreceksiniz dediğinde, onu görürsünüz ya.. ezgi'nin dilinin de öyle bir mizaçı vardır gibi gelmiştir bana hep. o yüzden korkutucudur aslında, biraz da.. çünkü, hayır. aslında, onun hüznü öylesine çırılçıplak ve ona ait ki, bahsetse, hep birlikte kaçarız buralardan.

bu kadın ki, oraya yazdıklarını da geçin, bir öykünür ki.. ben bir bilirim. belki sizler de bilirsiniz. ne bileyim.

pası atıyorum ama, başka oyun istiyorum. şimdi pepino ve parizyen, hatta emrehaahaa bana, başkalarının kendi karakterleri hakkında ne gibi şeyler düşünebileceğini anlatsın biraz. en çok tanıyanların ve az; ya da yeni tanıyanların misal.

ben kahve almaya gideceğim.

Mart 27, 2007

 

ayni zamanda ileri geri

bir titrek, iki titrek
uzanmak ve basarmak
uzanilmak ve uzatilmak
buzatilmak
buzanmak

kus atilmak

Mart 22, 2007

 

today is dramatic, tomorrow will be OK


Mart 18, 2007

 

anatomies.

herkes aynı şeyleri söyleyip duruyor

Mart 15, 2007

 

rapor vol. 2

sabah alarm çalmadan uyandım. yatakta durup alarmın çalmasını bekledim. uyanık olup olmadığımı düşünüyordum. kalktım. şarkı dinledim. camdan baktım. okula gittim. eve geldim kahve içtim. tekrar okula giderken sanırım biraz heyecanlandım, koşmaya başladım. düştüm, kalçamı patlattım.
canım çok acıdı. ben de insanım.

kimseyle konuşasım gelmiyor.
hiç.

Mart 14, 2007

 

ınk.

Cyanide and Happiness, a daily webcomic
Cyanide & Happiness @ Explosm.net

reklama gel. ama hakikaten, bu sitede comic bolumunde, bu sapsallarin karikaturlerini zaplamaya doyamiyorum. oyle sapsallar.

Mart 13, 2007

 

rapor

ben şimdi sinemaya gideceğim. önce biraz yürür, sonrakoşarım.

word verification gmbdi gösteriyor. o gmbdi değil, gandhi! diyesim geldi.

Mart 10, 2007

 

njhgysre.

kendi kendine gelin guvey olmak diye bir deyisimiz var ya,
iste fark ettim ki, kendi kendine gelin guvey olabilen insanlar hakatten var. yani boyle hem gelin hem guvey kiligina girmiyorlar tabii ki. bir ego kabarmasi var ama. sahi, meslek dilinde buna "ego kabarmasi" diyoruz. gecmis olsun falan diliyoruz da, kronik oluyor bu vakalarin cogu.

neyse, turkce deyislerimizi daha bir sevdim sonra.

for those who doesn't speak turkish but are really curious of what i am saying:

i still cannot understand how tom cruise ate placenta. i think that is totally gross. i have no idea why people do such things. and i also hate bush. i hope he dies soon. i want to be the new president. i really like eating cheese and shopping. i am a stumbleupon user and i think i am addicted to it. thanks for taking the time for reading this. ok you can go now.

Mart 09, 2007

 

vecd.

youtube'da bir cocuk buldum, gerci sadece ellerini gordum
ama asik oldum. cok asik oldum.
tool caliyor. tool caliyor, ve piyanoda caliyor.
agliyorum ben de burada. yapacak bir sey yok.

tabii sizi mahrum birakmayacagim boyle bir hastaliktan, huzunden.

lateralus
h
parabol
son darbe ise,
orestes .

yapilmaz ki bu bir insana. iskence misin ya.

Mart 08, 2007

 

i, robot.


super! nefis. evet, robotlara donusuyor olmamiz an meselesi. korkmayin. o kadar da trajik bir durum degil. yani, oyle saniyorum. insanlar da oyle super nefis etik yuce yaratiklar felan degiller zaten. huyumuzun kuruyacagi varsa, soyumuzun da vardir elbette. sabirsizlanmiyor degilim.

nöt:

haah,
komentlere de soyle bir bakin usenmezseniz.

Mart 06, 2007

 

youtube ve paralel evrendeki kurbanlar.

turkiye'den youtube'a erisimin engellenmesi saka gibi gozukuyor bana. lutfen biri dogru olmadigini soylesin. yasadigimiz yili bana bir hatirlatsin. beni bir cimdiklesin, bir sey?

yani bu nasil bir cinayettir sasip kaliyorum hakikaten. milyonlarca insan ordan binlerce video izliyor her gun. ben bir suru sey ogreniyorum misal (procrastination yaptigimdan diger bir suru seyi de ogrenmekte gec kaliyor olsam da). yani orda da bir sekilde sansur olsa da, "ifade ozgurlugu"nun (aka "free speech") nefis bir sekilde isleyebildigi bir portal. zaten televizyon medyasi dedigin ne kadar ozel sektorlerle isliyor gibi gorunse de gayet yanli oldugu bilinen bir alem. bu durumda, belki de her yandan, her kafadan cikan sesleri duyabileceginiz tek yer internet (kontrol edilmesi olanaksiz bir sanal sivil toplumu). ve internete bu sekilde, tum ulkeler tarafindan en cok erisilen sitelerden birini boyle cot! diye yasaklamak tamamen "damar tikamak"; yani kanimca bariz bir fasizm ornegi.

sen kolayca manipule edilebilecek bir halkin olasi etkisinden korkarken (gerekce bu olsa gerek. ki apacik da bir "ucmak ne demek, dur yerinde dur" var burada), bu halkin zihniyetini degistirebilecek, ve bunu gerceklestirmekte her turlu bilgiye ihtiyaci olan, bunlarin hepsini ulke leyhine kullanabilecek baska bir halkin damarlarini tikiyorsun.

olacak is degil bu. "dikkatlice izliyor musunuz?". tam su an tirnaginizin, sacinizin filan uzadigi gibi, etrafinizdaki degisim de aynen boyle gerceklesiyor. izlemek ve gormek arasindaki surec birbirine ne kadar yaklasirsa, sonunda gorecegimiz tablo da yuzune o kadar bakilir olacak. diger turlusunu dusunmekten korkuyorum.

Mart 04, 2007

 

internet, i am sure now.

daha yeni uyandim ve su ani hemen sizle paylasmak istiyorum. daha iyi, daha guzel bir dunya icin.

internet ozellikle procrastinatona acayip uygun bir aractir. procrastination diyorum cunku 1 haftadir bir paperi bitiremedim. hep boyle zamanlarda internet bagimliligim baslar. inanin yapacak hicbir seyim olmadiginda su aleti acasim bile gelmiyor, gidip kek filan yapiyorum, tv izliyorum vs. birakayim simdi bunu. internet bagimliligi diyordum. bu oyle bir seydir ki, alkolizmden filan farksizdir. zamanin nasil gectigini hic anlamazsiniz ama yataga giderken saate bakip "yuh oha lan, cus" bilmemne deyip kendinize bir guzel giydirir (sarhos olunca "bu kadar icilir mi be" diye giydirdiginiz gibi), sonra vicdan azabiniza sarilir uyursunuz. sabah kalkarsiniz oglene dogru, gec kalktiginiz icin kendinize bir giydirirsiniz yine, "n'aptim ben dun gece ya hu, yapmayayim bir daha boyle" filan dersiniz, soylenirsiniz. sonra gider yine bilgisayarinizi acarsiniz, bundan sonrasini firefox'un recover ozelligini kullananlar daha iyi anlayacaklar. ben "recover" dedigimde iki tane firefox aciliyor. tekrar ediyorum, iki. her birinde asagi yukari 26 tab var. iste, sarhoslara nasil arkadaslar anlatir, "haci dun gece boyle boyle yaptin" diye, o tablar de bana anlatiyorlar. icim kiy kiy kiyiliyor. misal bugun bakiyorum dun gece neler yapmisim. firefox'u acar acmaz bir turku calmaya basladi, sonra tablari aradim buldum, hakkari turkuleri filan gibi bir site. 5 tane yutube, turist omer, engin gunaydin, ozcan deniz, brookers filan. hindistanli blogcular. cocuklar icin hucre. organik meyve yetistirimi. shrek. bbc'nin cesitli radyo kanallari. "allah var" diye bir site. 7 tane wikipedia. stumble'dan actigim doksan tane sayfa. ah, valla daha yazarim da, anlatmaya icim el vermiyor. utaniyorum. verilen link'e basmasam zaten basima kotu seyler filan gelecek saniyorum herhalde ben. merakli melehat. haaa ahahah. ula hamiyet ne bu vaziyet gibi bir sarki vardi lan. simdi bunu hatirladim ya, 2 saat boyunca soyleyip gulecem. izninizle.

Mart 03, 2007

 

the earth is not a cold dead place.

terry bisson - they are made out of meat.

“They’re made out of meat.”

“Meat?”

“Meat. They’re made out of meat.”

“Meat?”

“There’s no doubt about it. We picked up several from different parts of the planet, took them aboard our recon vessels, and probed them all the way through. They’re completely meat.”

“That’s impossible. What about the radio signals? The messages to the stars?”

“They use the radio waves to talk, but the signals don’t come from them. The signals come from machines.”

“So who made the machines? That’s who we want to contact.”

“They made the machines. That’s what I’m trying to tell you. Meat made the machines.”

“That’s ridiculous. How can meat make a machine? You’re asking me to believe in sentient meat.”

“I’m not asking you, I’m telling you. These creatures are the only sentient race in that sector and they’re made out of meat.”

“Maybe they’re like the orfolei. You know, a carbon-based intelligence that goes through a meat stage.”

“Nope. They’re born meat and they die meat. We studied them for several of their life spans, which didn’t take long. Do you have any idea what’s the life span of meat?”

“Spare me. Okay, maybe they’re only part meat. You know, like the weddilei. A meat head with an electron plasma brain inside.”

“Nope. We thought of that, since they do have meat heads, like the weddilei. But I told you, we probed them. They’re meat all the way through.”

“No brain?”

“Oh, there’s a brain all right. It’s just that the brain is made out of meat! That’s what I’ve been trying to tell you.”

“So . . . what does the thinking?”

“You’re not understanding, are you? You’re refusing to deal with what I’m telling you. The brain does the thinking. The meat.”

“Thinking meat! You’re asking me to believe in thinking meat!”

“Yes, thinking meat! Conscious meat! Loving meat. Dreaming meat. The meat is the whole deal! Are you beginning to get the picture or do I have to start all over?”

“Omigod. You’re serious then. They’re made out of meat.”

“Thank you. Finally. Yes. They are indeed made out of meat. And they’ve been trying to get in touch with us for almost a hundred of their years.”

“Omigod. So what does this meat have in mind?”

“First it wants to talk to us. Then I imagine it wants to explore the Universe, contact other sentiences, swap ideas and information. The usual.”

“We’re supposed to talk to meat.”

“That’s the idea. That’s the message they’re sending out by radio. ‘Hello. Anyone out there? Anybody home?’ That sort of thing.”

“They actually do talk, then. They use words, ideas, concepts?”

“Oh, yes. Except they do it with meat.”

“I thought you just told me they used radio.”

“They do, but what do you think is on the radio? Meat sounds. You know how when you slap or flap meat, it makes a noise? They talk by flapping their meat at each other. They can even sing by squirting air through their meat.”

“Omigod. Singing meat. This is altogether too much. So what do you advise?”

“Officially or unofficially?”

“Both.”

“Officially, we are required to contact, welcome, and log in any and all sentient races or multibeings in this quadrant of the Universe, without prejudice, fear, or favor. Unofficially, I advise that we erase the records and forget the whole thing.”

“I was hoping you would say that.”

“It seems harsh, but there is a limit. Do we really want to make contact with meat?”

“I agree one hundred percent. What’s there to say? ‘Hello, meat. How’s it going?’ But will this work? How many planets are we dealing with here?”

“Just one. They can travel to other planets in special meat containers, but they can’t live on them. And being meat, they can only travel through C space. Which limits them to the speed of light and makes the possibility of their ever making contact pretty slim. Infinitesimal, in fact.”

“So we just pretend there’s no one home in the Universe.”

“That’s it.”

“Cruel. But you said it yourself, who wants to meet meat? And the ones who have been aboard our vessels, the ones you probed? You’re sure they won’t remember?”

“They’ll be considered crackpots if they do. We went into their heads and smoothed out their meat so that we’re just a dream to them.”

“A dream to meat! How strangely appropriate, that we should be meat’s dream.”

“And we marked the entire sector unoccupied.”

“Good. Agreed, officially and unofficially. Case closed. Any others? Anyone interesting on that side of the galaxy?”

“Yes, a rather shy but sweet hydrogen-core cluster intelligence in a class-nine star in G445 zone was in contact two galactic rotations ago, wants to be friendly again.”

“They always come around.”

“And why not? Imagine how unbearably, how unutterably cold the Universe would be if one were all alone . . . ”

 

kisisel deneyimin hafifligi.



ne var ki bu (soldaki) resimde?

bir de simdi suna bakin. resimdeki dort noktaya 45-50 saniye boyunca odaklanin. sonra gozlerinizi yaninizdaki "plain" bir duvar ya da bir duzleme cevirin. ne goruyorsunuz?



yolu gormeniz gerekti. allah var yani.
saka maka, bu fwd maillerde gezmis bir ara. neyse, bu deneyleri yapan insan ramachandran ayni zamanda bir zamanlar basucu kitabim olan "phantoms in the brain"'in yazaridir. tek ugrasi da optik illuzyonlar degil aslinda. cok bilmis bir adam. gecen yaz mail attiydik da bukoyla, cevap vermeye bile tesebbus etmemisti. bir sey falan saniyor kendini. bir de kankasi var semir zeki, o pek sukela bir insan. turk hem de? adam noroestetik diye bir akim cikardi. beyinde estetik inceliyor, sanat inceliyor. muhtesem bir calisma alani yani. basarili dedigin sanat eseri beynin kurallarina akillica itaat edebilendir, maxim bu yani. maxim'in turkcesi ne ya? vecize mi? semir zeki beni evlatlik edinse ne hos olur, simdi dusundum de. hem akil felsefesi, yapay zeka filan derken kafayi yemem umarim. bir de kendi derslerimin ustune boyle dussem keske. hemen suraya yazayim, ilk fotografta dalmacyali bir kopek var. bir gordunuz mu, ilk baktigimiz gibi bakamiyoruz bir daha. qualia'nin oyle bir ozelligi vardir. bin satir daha yazarim ama, odeve donuyorum. cav.

Mart 02, 2007

 

umut yolculari kalmasin.




aynen, fotograf makinesinden daha net goremedigimiz bir gecede, yanlis yone girmistik sanirim

isin kotusu, dogru yon oldugununa emin olsak bile, yine girmeyecegimizden kusku duyuyor olmamdi. hayatsal kaygilar yani. tamamen yanlislikla, tamamen isteyerek.

Mart 01, 2007

 

tv'de ilk kez

bugun bir sezaryen dogum izledim ilk kez. ama ne acayipti, tuttu kafayi cekti, cikti cocuk. cikar cikmaz ciyaklamaya basladi. ben de, sevmedigim herhangi bir yerde, sadece ciyaklasam ne hos olur diye dusundum. hic yapmadigimdan mi? degil.

peki, soyler misiniz bana, kim ogretti bize corbayi kasikla icmeyi? daha sacma bir sey olabilir mi? corba iste. tut kaseyi ic. gerisini siyirirsin kasikla.

peki bu koltuklari, bardaklari filan kim yapiyor? bilmiyorum ki ben.

Archives

10/2006   11/2006   12/2006   01/2007   02/2007   03/2007   04/2007   05/2007   06/2007   07/2007   09/2007   11/2007   12/2007   01/2008   05/2008   06/2008   09/2008   10/2008   03/2009   05/2009   09/2009   01/2010   08/2010  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?