a gentle reminder

Ocak 27, 2007

 

mutsuzluga coreklenis.

icki micki diyorlar. biri insanin kendini ortama ait hissetmedigi zaman cok ictigini soylemisti. su da cikti bugun karistirirken. dogru oldugunu dusundugumden degil, pek siirsel oldugunu dusundugumden alintiliyorum.

"or again, watch people at a gay evening. all come determined to be happy, with the kind of grim resolve with which one determines not to make a fuss at the dentist's. it is held that drink and petting are the gateways to joy, so people get drunk quickly, and try not to notice how much their partners disgust them. after a sufficient amount of drink, men begin to weep, and to lament how unworthy they are, morally, of the devotion of their mothers. all that alcohol does for them is to liberate the sense of sin, which reason suppresses in a saner moments."

bertrand russell, the conquest of happiness.

Ocak 26, 2007

 

tombala!

chat parasutler vol. 4

kardesimle msn'de lafliyoruz. kendisi cin'e bir hafta ticaret ogrenmeye gitmisti. tekrar ediyorum cin'e bir hafta ticaret ogrenmeye gitmek.

G. says:
microeconomy dersi beni zorliyacak bu sene
parasutler says:
sen bi de macrosunun gor onun
G. says:
o da seneye
G. says:
basarili olmak zorundayim babam tepemde
parasutler says:
calis der
G. says:
baya bir tartisdim onunla istanbuldayken
parasutler says:
neden
G. says:
yok neden cine geri gitmek istemiyomusumda bla bla
parasutler says:
cince ogrendin mi
parasutler says:
nijeryalilar cinlere cinko diyor
G. says:
kacinci cinko
parasutler says:
2. cinko
parasutler says:
hahah

Ocak 24, 2007

 

pas[o]be.

biri sobeledi, dank etmedi. sonra birkac sobelenmis insanin daha ayni deseni cizdigini gorunce, biri de kafama pas atinca, yahubenneaptalim demek zorunda hissettim. bakalim oyleyse?

1. sut ve kurabiye, patates ve bira, sarap ve peynir ustune zevk tanimam. hatta sarap basli basina beni benden almaya yeterlidir. iste o zevklere dustugum an degmeyin keyfime. bambaska biri, baska dunyanin insani olurum. kac para isterseniz veririm.
2. cekirdege de, yanimda cekirdek yiyene de esit derecede huy olurum. canim sikilir. agladigim oldu.
3. heyecanliysam ve bir yere gideceksem, ve hazirlanmissam hemen, asiri sabirsiz davranirim. birlikte gittigim insanlar da biraz rahat insanlarsa kesin bir tartisma cikar. asabilesirim. hemen bok gibi bir insan olurum. sonra gider yine sevisirim.
4. her zaman cantamda 2 cesit ruj, 3 cesit lipstick bulunur. kendimle eslestirilecek daha baska bir obje bilmiyorum beni taniyan insanlarca. n'apym.
5. her turlu yolculugu cok severim, yuregim hop olur. birini ugurlamaktan da bir o kadar nefret ederim. hic sevmem.

iste boyle bir de yemek yiyip (onu anladik) kaka yapiyorum her gun filan bir seyler, kaka yapmamayi denedigim zamanlar oldu, sanirim kaka sart

ee sey, pas ezgi'ye emre'ye ve pinar'a ve buket'e, hatta ilkerender'e gelsin. duran toplara cok iyi vurdugumu soylemeyi unutmusum. ama atilan pas duran top mu, yoksa pas verdigim mi top? reklamlardan hemen sonra.

pas attim sipor mac yapti. bu maci biz aliriz.
emre kalp krizi gecirmekle mesgulmus, olmeye gelmis. tekrar ediyorum topa durunca vuracakmis.

son bir not,

bu word verification surekli mnakodmn gosteriyor gibi geliyor bana. cok tuhaf.

 

kimlik mi? [kim]-lik? turk-luk mu?

bu ulkenin ihtiyaci olan en son sey "kimlikleri uzerinden" insanlari birbirine yaklastiranlar ve, "kimlikleri uzerinden" insanlari birbirlerine yabancilastiranlar.

hrant dink bu yuzden olduruldu. onu olduren su an gozumuzun onunde cirilciplak duran bu zihniyetti. irkcilikti, fasizmdi, tahammulsuzluktu, "ortagili bos bulan" cahil cesaretiydi.

medyanin kirli yuzuydu. dis mihraklarin oyunlarinin bize dokundugu ucuydu. birbirlerini tetikleyen bir suru olaydi iste,
oydu buydu. adam oldu. aptal insanlarin yerini hemen akillilar aldi.
akillilar hemen birbirlerini ve aptallari boklamaya basladilar. aklin cidden en iyi kotuye calistigini hemen soyleyeyim, cakalliga programlidir insan akli (yasam onu uysallastirmaktan, evcillestirmekten gecer). aklini bu yonde kullanmayan cok az insan var. o insanlar biraz olsun oyuna gelmeyip cember disindan bakabilen, egosundan az da olsa siyrilabilmis insanlar.
hepimiz insaniz ve ozunde az cok istedigimiz, ihtiyacimiz olan sey ayni. basimizi sokacak, rahat nefes alabilecegimiz herhangi bir kucak. bedelini nasil odeyecegimizi dusunelim once. bu kucagi hak eden/etmeyen baskalarini degil. daha cok nefret bulastirmayi degil, daha cok nasil nefret bulastirmayacagimizi dusunelim; konusarak, diyaloglarla. diyalogun nefretten, tahammulsuzlukten daha ustun oldugunu gosterelim bir sekilde. aklini surekli yermek icin kullanana degil, bir sey anlatmaya calisana, yapici olmaya calisana, bir sonraki gunu dusunene prim verelim.
o zaman konusan aptallarla akillilar arasinda adil bir oran olacak belki. ufak da olsa beklenilen yondeki etki ancak oyle gelebilecek bu medenilesme asamasinda emekleyen ulkeye ancak.

bir seyi yikmak icin once yapmak gerekir. istemiyorum artik oneri ya da cozum temellendirmeleri kurmaktan aciz, yikici, ego urunu yorumlar. katillerin de yaptigi farksiz zira.

Ocak 22, 2007

 

baslik basa giyilir ali sami

bugun dort kere gulme krizine girdim, temiz hava carpti herhal.

yolculugun son 2 saatinde resmen kanser oldum. pozitivist bir insanin gerzek bir relativistle (bir de felsefe ogrencisiyse ustelik) tartismasi kadar yorucu bir sey yok. boyle arabadan atlasam ayni hizla kosar, bir ton kalori yakar, kosmanin yorucu bir sey oldugunu filan ogrenirdim. iki saat boyunca soru sorup her dediginizi oraya buraya cekebilir mi bir insan? hic yorulmaz mi bunu yaparken? olacak is degil. soru sormak ne kadar kolay ya. iki duzgun cevap verebilmek asil zor olan. zaten bunu yapamadiklarindan dediginiz her cumlenin teker teker tum "harf"lerini soru haline getirip akil yaristirdiklarini saniyorlar, cok'cayip. ananinami ali sami diyesim geldi sonunda.

"dondum ki dondugum yerde degilim" demis enis batur. sahi oyle. subje yenilenince cevre de degismis sayildi. koku bir baska gibi, bilemedim ki?

Ocak 20, 2007

 

dibidipdip.

tam su an asik oluyorum sanirim. yani asik mi oluyorum bilmiyorum ama asik oldugumda da ayni turlu bir heyecan yasiyorum. asik olmaya yormak guzel, bir de nesnesi olsa keske?

bu fontu hic begenmiyorum ben sanirim, zaten bir template'im bile yok

onemli olan boyu.

uzun zamandir yapmayi cok ozledigim bir sey yapiyorum su an, yolculuk icin cd cekmek. birini cikariyorum, baska bir album koyuyorum, o sirada gozum baska bir albume takiliyor, ulan yoksa bu mu kosar? filan diyorum. "vay, bunla nasil okunur" diye onu tutup baskasini cikartiyorum. "vehey, bunla nasi anilar kosar" diye baska bir albume takiliyor gozum. birine bakip manzarayla eslestirip dusuncesiyle bile mest olabiliyorum. birinin masallar anlatacagini saniyorum bana. biri zaten hic yalniz birakmiyor. biri tutup pisiriyor. biri yuregimi hoplatip duruyor. biri huzurlu, neseli, tasasiz ediyor. biri yiyor.

yaklasik 3 saat sonra saskatchewan'in saskatoon adli sehrine (ben gerci hala boyle bir sehrin olduguna inanmiyorum ama) dogru yolculuga cikiyoruz. gecen haftadan kararlastirmistik, araba kiralayip bir gunlugune gidecek, sehri gezecek, geceligine 20 dolar verecegimiz bir otelde oldukca sacmalayacak (herkes ayni odada yatacagi icin sacmalamak farz olacak) ve ertesi gun geri donecektik. ben ve 5 komsum. gaku olmaz mi. hans arabayi kullanacak, hans alman (hadi ya?). ben de soforu kollayacagim, zira ehliyetimi burada kullanamiyorum ve direksiyonda baska biri oldugu surece uyumama imkan yok (peder, ya da super kullandigina inandigim biri olmadikca). ve ben ne yaptim? bugun gidecegimizi unuttum, unuttuguma da hic sasirmadim. haftasonu oldugundan yine kendimize odul vermeye susi yemeye gittik japonla ve orada konu acildi, ben bir sure kafama sictim, sonra bugun aldigim okumalari dusununce icime kurt dusurdum (cocukken de kicima dusururdum, bu parantezler de artik yeter yahu kapiyorum bye). gidip okumadigim icin vicdan azabi mi cekmeliydim, kalip doneklik mi yapmaliydim? iste bunlari dusunmek icin kendime 40 dakika verdim, ve 40. dakikanin sonunda cd icin album secmeye basladim. cunku vicdan azabindan korkan diger arkadasimla konustum ve gerekli sartlari sagladigini belirtti. arabada alman teknosu calinmayacak ve gevezenin agzina (bu herhangi bir kisi degil, bir kisi, hatta jay) yolculugun basinda bir bant yapistirilacak. - i might join your crew, but only with a satisfied condition -

her niyse! gidiyom ben!

siz de sunlara, sunlara, sunlara, sunlara bakin ben yokken. ben varken de bakin. ben her gun bakiyorum, 5 yasimdan beri.

nöt: bu arada asik oldugumu dusunmemin tek sebebi yolculuk icin cd cekiyor olma hissidir, o cok baska bir seydir.
möt: pinopi prakrastine etmeyecek di mi. bence pek kral olur, etmezse, yani etmezse

Ocak 10, 2007

 

alçaklar, vatan hainleri ve içgörü yoksunları.

bok gibi bir gün geçirdim. hiçbir şey de yazasım yok aslında neden karalıyorum bilmiyorum. bir şeyler söylemek değil, bir şeyleri çok net söyleyebilmek istiyorum (tut ki ben çok güzel bir şiir yazsam, ya da bir şiiri çok güzel yazsam gibi bir şeyler yazmıştı turgut uyar bir şiirinde).

es geçilemeyecek çok aptal şeyler var insanda. ülkemizin, yani aslında ülkemizdeki büyük şehirlerin kozmopolit yapısından, populasyonun heterojenliğinin getirdiği insanlar arası büyük uçurumlardan olsa gerek; inanılmaz götü kalkmış türk insanı var. şöyle televizyona, sözlüğe falan 10 dakika bakan herkes hemen anlayabilir. okan bayülgen'in neden bu kadar prim yaptığına, ajdar anık'la dalga geçenlere, erke dönergeciyle falan daha hakkında 3 kelime şey bilmeden hunharca eleştirip dalga geçmeye başlayan insanlara falan baktığımızda hemen anlayabiliriz sanki. böyle içi boş bir kibir, başka hiçbir bok yapamadıkları için laf sokma arzusuyla yanıp tutuşan bir ton insan. bir kimsenin güzel bir şey yapması çok zor türkiye'de. inanç sıfır, stigma had safhada. saygı sıfır. yani kendilerine olan saygılarından bahsetmek gereksiz zaten. aklım almıyor benim. kim bu insanlar yahu? bir diğerinden farkları ne? sürekli bir imalar, ayarlar falan dolaşıyor etrafta, kimse kendi işine bakamıyor. kolektivistik toplumda böyle sanırım bu işler. ingroup (grup içi)/outgroup (grup dışı) ayrımını çok iyi yapar kolektivistik toplum insanları. bu ayrımı çok iyi yapabildikleri için daha az ingroup ilişkileri olur. grup harmonisini sağlamak adına grup içi saydıkları insanlara daha pozitif duygular gösterirken, negatif duygularını bastırırlar. grup dışı saydıklarına da hiçbir negatif duyguyu ifade etmekten çekinmezler. bireyselciler içinse bu ayrım çok önemli olmadığından, grup içi insanlara negatif duygular göstermekten çekinmez, sürekli pozitif geri bildirim vermek için de kasmazlar.

türk insanının etrafta yaşadığı yabancılaşma yüzünden (ve bu yüzden de iç grup dış grup ayrımında abarttığı için), kendi grubundan saymadığı insana bu kadar saygısız davranabilmesi bunun bir örneği, kolektivistik toplumlar sıralamasından hala listede bayrak sallayanlardanız ne de olsa. koşuyoruz. birseyselciliğin ideal yaşam şekli olduğunu savunduğum yok, ama şu anlattıklarıma bakınca asıl elitist, bireyselci olan biziz gibi. en iyi aşağılamayı öğrenmişiz çünkü. bakın hemen iki dakikada nasıl aşağıladım koca toplumu, genelledim. pek iyi yaptım.

sahiden türkün türkten başka düşmanı yok . aman.

bülent somay bir ara güzel bir şey demişti bir dersinde, unutmam. konu da egoydu. egonun, içerden ve dışardan geleni ayırt edebilmekte başarısız olduğunu söylemişti. o aklımda kalmış. doğru bildiğin. o bükemediğimiz egoyu etrafa yansıtmak yaptığımız şey, çirkinlik yani. kendi çirkinliğimizi, kendimize sevgisizliğimizi etrafa yansıtıyoruz. başkasına attığımız bok aslında kendi sıçtığımız yani. saldırdığımız, aşağıladığımız dışarısı aslında sevemediğimiz, kendi çirkinliğimiz. başkası sebep oluyor sanıyoruz, bunaldım.

balık hala kendi beynini yiyor tabi bu arada, egosu olsa böyle mi olur, başkasınınkini yer.

 

delirme, aklimda her zaman var bir seyler.

bence 2007 fena degilmiş. yani bir hoş geldi kendisi bana. 007 ile biten bir yıl nasıl kötü olabilir bilemiyorum. bir çıt katizma var yani, saçı başı dağılmadı falan gelirken. ama çok fena sarhoş oldum, üstüme şampanya patladı yeni yıl gecesi, geleneksel japon dansı yaptım falan. herkes bir çıt birbirine yavşadı, birine tokat attım, beni bir geyikle kapkaranlık bir hücreye kapattılar sonra. bunun antilopu yok mu falan diye biraz bırbır ettim, her neyse işte, saçmasapan kısaca.

kaç gündür de yazasım yoktu ama bir kaç not almışım köşeye, hiç de yapmadığım bir şey. yapana da güvenmem. dışarı çıkarken şemsiye alanlara güvenmediğim gibi. ya da neydi, kings of convenience dinleyenlere mi? yani onlar da pek tekin tipler değillerdir kesin. her neyse yahu. bir makalenin arkasına aldığım not şu: şakşakçı, beynini yiyen balık. bunelan? dedim tabii demin bakınca. şakşakçı haha. sonra hatırlamak için biraz çaba sarf etmem gerekti. şöyleydi sanırım, ben yine günlerden bir gün kitaplarımı makalemi falan alıp bir kafeye gittim. ama gün cumaymış. makale de ökkküz gibi zor böyle. sakin kafa, keyif falan lazım. her neyse o kadar karda yürü git, bir de oturacak tek bir masa olmasın mı? yani bu ne demek ben de bilmiyorum. ne demek şimdi "oturacak tek bir masa olmasın mı", masa yok mu, tek bir tane mi var, anlaşılmıyor bela gibi. masa var mı yok mu? aman. bir masa vardı işte, ama bu orası için çok tuhaf bir şey çünkü gayet sakin, en fazla 3-4 masanın dolu olduğu bir kafe, kitabevi içinde, cici bir yer. neyse gittim boş masaya oturdum, kahvemi istedim, ardından da telefon çaldı arayan margaret thatcherdı (miray özkkök). ya ne kadar geyiğim bugün lanet. neyse kahve geldi okuyoruz falan, bok gibi gürültü, tam böyle cam kenarında ve benim yarım metre ötemde olan iki sandaliyeye gitarı olan iki adam oturdu. eyvah dedim. allahımneydibenimgünahım dedim. müzik günüymüş. tam da önlerindeki masadayım yani. napayım. okuyorum. neyse, şarkı bitiyor, teşekkür ediyorlar falan, birkaç tip alkışlıyor. ben de kabak gibi hem ortada, hem önlerinde olduğumdan ben de alkışlıyorum. tabii bir zaman sonra artık yorucu oldu bu her şarkıdan sonra alkışlama tribi. bir yandan da sürekli ilk alkışı başlatana beddua ediyorum falan, yani millet yemek falan yiyiyor çançan konuşuyor hiç fark etmeyecekler şakşakçı olmasa şarkının bittiğini. akustik falan takılıyor orda adamlar country kafası falan neredeyse. bir yandan beynini yiyen balıkları okumaya çalışıyorum. bir yandan da her şarkıda alkışlamayayım artık yani ne bileyim falan diye düşünüyorum ama şarkının sonuna yaklaştıkça dikkatim dağılıyor, bir panik oluyorum falan (adamların yarım metre ötemde olduğunu söylemiştim di mi?). şimdi bir saattir alkışlıyorum birden alkışlamayı kessem aptal olur diye düşünüyorum. iyice aptallaştım böyle. bok gibi oldu. sonra insanlar yavaş yavaş gitmeye başladılar. birkaç masa var ama hala şakşakçılar orda. ben de alkışlıyorum falan. sürekli bir alkışlama halindeyiz. şarkı bitiyor pavlov köpeği gibi alkışlıyoruz. artık konsantrasyon falan sıfır bende, arada da beynini yiyen balığa şaşırıyorum ulan falan diye. ne göreyim, şakşakçı da gidiyor! şöyle bir rahatladım, sonra hemen kalbime bir ağrı girdi resmen. yani bu teşvikci şakşakçı gitti diye, 3 masa kaldı diye alkışlamayı kessem rezalet ötesi. böyle terledim resmen. yani büyütüyorum sanmayın cidden böyle kasılmadım ne zamandır. bilemedim ya da çok mu kahve içtim diye oldu acaba? şarkı bitti yine, ben alkışladım ardımdan 95 yaşında iki kişi daha alkışladı. elebaşı benim yani artık. bu daha zormuş. sanki kafeye sadece adamları dinlemeye gelmişim, teallaam. sonra bir kız geldi arkamdaki masaya oturdu. şarkı daha biter bitmez alkışladı falan. oh dedim kurtuldum ya. böyle bir rahatladım, 95 yaşındaki çift de gidince tek alkışlayan olmayacam diye. aha dedim şakşakçı geldi. bu görevi hemen ona devrettim böyle, tabii son 2 saattir alkışladığım için alkışlamayı kesmedim ama artık yalnız da değildim. kızı da taa 3 ay öncesinden falan tanıyorum bu arada. baktı bana nerdenhatırlıyorum gibi, ben de döncembensana gülümsemesi atıp kitabıma dönmüştüm. neyse adamlar bitirdi müziğini. böyle resmen zekaat vermiş gibi oldum. o da ne demekse. okudum biraz, toparlandım, giderken oturdum kızın masasına.

dedim işte biz şurda tanışmıştık, öyle bir kısa konuşma, sonra kızla fransızca konuşmaya çalıştığımızı hatırlıyorum çatpat, sonra ben ona fransızcaya burda nerde devam edebileceğimle ilgili sorular sordum. o da eve gidecekti birlikte yürümeyi teklif etti. olur dedim. neyse o konuda bayağı yardımcı oldu bana. fransızca koşuşturması olacak yine bir çıt hayatımda. kız yolda bana görüşelim, satranç oynuyor musun, satranç oynarız falan dedi. yani çok tuhaf bir andı. daha önce bana hiçbir kız satranç oynayalım mı dememişti. çok etkilendim. oynamaz mıyız beyaa diyesim falan geldi. severim zira çok oynamayı. öyle işte, şakşakçı satranççı bir arkadaşım var artık. mutluyum.

bugün winnipeg hippileriyle tanıştım bir kafede alakasız, ve acayip komik anlar yaşadım. kızın teki beni bir binanın 3. katına çıkardı fransızca öğreniyoruz diye, gittim falan iki koltuk var odada. dedim kim biliyo fransızca. kimse dedi hatun. haha ya öyle şey mi olur kim öğretecek falan diyorum. ellerine bir çocuk kitabı almışlar, tavşan helikopter uçuruyor falan, biri de ingilizceye çevirmeye çalışıyo ordan kelimeleri, hepsi pek heyecanlı. hiç biri daha önce fransızca görmemiş falan. ilk buluşmalarıymış. fransızca hiç bilmeyip öğrenmek isteyen kanadalı hippilerin ilk buluşması. yani çok duygulandım ben. 9-10 kişi falan vardı odada kimse de çıkıp böyle de fransızca öğrenilmez demedi. ben de manyakbunlarherhalde diye bakınıyorum öyle, bi bok anlamadım. arada yardım ediyorum gururlanıyorum vs. öyle acayip bir akşamdı.

eve geldim çet yaptım. çet çok vaktimi alıyor sanırım.

belle and sebastian'ın, "en cici gruplar" kategorisi olsa ilk sıraya yerleşeceklerini söylemiş miydim? yani resmen kelimenin tam anlamıyla ciciler. pastel boyalı resimlerden şarkılar söylüyorlar bize. fans only diye bir dvd'leri de var ki, dünyanın tüm bokundan pisliğinden her sıdkınızın sıyrıldığı an izlemeye dalsanız hemen iyileşecekmişsiniz gibi, paralel bir boyutta geçecekmişsiniz gibi, gibi değil öyle. allahım o kadar güzel ki. tüm gün evde otursam sigara içsem zozom olsa yemek yesem kahvemi içsem onu izlesem falan olur. bildiğin olur böyle. mis olur.

niyse. şey. aa beynini yiyen balığı anlatmadım. çok ilginç bir vaka o, bir dahaki blogda anlatıcam söz, yine bi ton yazdım.

Archives

10/2006   11/2006   12/2006   01/2007   02/2007   03/2007   04/2007   05/2007   06/2007   07/2007   09/2007   11/2007   12/2007   01/2008   05/2008   06/2008   09/2008   10/2008   03/2009   05/2009   09/2009   01/2010   08/2010  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?